En büyük israf, okumuşların israfı

Bir ülkenin en büyük sermayesi okumuş insan gücüdür. Birinci Dünya Savaşı’nda lise öğrencileri de dahil bu en büyük sermayemizi savaş alanlarında kaybettik.

Cumhuriyetle birlikte toparlandık, küllerimizden yeniden doğduk…

Bizim gibi eğitimi seven, değer veren, evlatlarının eğitimi için her türlü fedakârlığa katlanan çok az millet vardır.

Yine aynı şekilde sınavlar nedeniyle çocukların çocukluğunu, gençlerin gençliğini, üniversite mezunlarının diploma keyfini yaşayamadığı çok az ülke bulursunuz…

“Söz konusu eğitmese, gerisi teferruattır” diyen ve bu konuda lafın ötesine geçen bir ulusuz.

Ebeveynler olarak yemez, içmez, gezmez çocuklarımızı okuturuz, devlet olarak da her şey bir yana deyip bütçeden en büyük payı eğitime ayırırız.

Sonuç?

Onu ne siz sorun ne de biz anlatalım.

Zaten her şeyin fazlasıyla farkındasınız ve alkışlanması gereken bu fedakârlığın karşılığını yeterince aldığımızı hiç kimse söyleyemez.

Sorumlusu kim?

İsrafın her türlüsü kabul edilemez ama biri var ki asla kabul edilemez.

Bu da eğitilmiş insan gücü israfıdır.

Milyonlarca üniversite mezunumuz işsiz, milyonlarcası da öğrenim gördüğü alanın çok dışında çalışıyor.

Oysa bu noktaya gelmek için ne hayaller kurdular ne mücadeleler verdiler ve en önemlisi de ne fedakârlıklarda bulundular.

Onları eğitime küstürmek, devletin ve ebeveynlerin yaptığı onca kaynağın, emeğin, beklentinin heba olmasıdır ve buna hiç kimsenin hakkı olmamalıdır.

Bu noktada en büyük vicdani sorumluluk eğitime yön veren kurumlara ve kişilere düşüyor.

Kim onlar?

MEB, YÖK, ÖSYM, TÜBA, TÜBİTAK, Üniversitelerarası Kurul ve onların başkan, rektör, üye ve temsilcileri…

İşin sahibi onlar.

Her çocuğu, her öğrenciyi, her mezunu kendi çocukları kadar hatta “emanet” olduğu için daha çok koruyup, kollayıp, geleceğe hazırlamalılar.

Eskinin kurumları böyleydi. Küllerimizden öyle doğduk.

İmkânsa şu anki imkânlar düne göre çok daha fazla.

Eksik olan inanç! İnancımızı kaybettik.

Tek hedef olarak sınavlar ve diploma gösterildi.

Delice onun peşinden koştuk.

Ne dur arada nefeslen diyen oldu ne de nereye koştuğumuzu soran çıktı.

Elbette kabahatli aramıyoruz ama bu gidişata devlet ve millet olarak artık dur demeliyiz.

Neden mi?

Canı en fazla yanan onlar da ondan!..

Okumuşların maaşı!

Öğretmen ve öğretim üyelerimizin maaşları hak ettiklerinin çok altında.

Oysa onlar her şeyden önemlisi, çocuklarımızın rol modelleri.

En iyi şekilde giyinmeli, en iyi yerlerde oturmalı, en yeni yayınları okumalı, sosyal ve kültürel yaşamın göbeğinde olmalı ve yüzleri hep gülmeli ki, sınıfa girdiklerinde pozitif enerji saçsınlar. Öğrencileri de onları örnek alsın…

Diğer meslek dallarında da işe yeni başlayan üniversite mezunlarından büyük bir çoğunluğu asgari ücret ya da onun altında bir maaş alıyor. Sigortasız çalışanların sayısı da azımsanmayacak kadar çok.

Haklı olarak pek çok şeye kızıyorlar ama en büyük pişmanlıkları, daha iyi bir eğitim ve daha iyi bir gelecek konusunda verdikleri mücadele konusunda.

“Keşke” diye başlayan cümleleri insanın yüreğini sızlatıyor.

Ne olur bu konuyu artık ciddiye alalım ve çözümü için daha çok kafa yoralım.

Onlar mutsuzken, sizin, bizim, ülkemizin mutlu olması mümkün değil.

“Daha çok çalışsın, daha çok mücadele etsin, daha çok kazansınlar” diyenler mutlaka çıkacaktır.

Keşke böylesi bir ortam olsa da hem kendileri hem de ülkemizin geleceği için mücadeleye devam etseler.

Eğer ille de bir fedakârlık ve mücadele diyorsanız, bunu onlar gibi iliklerine kadar yaşayanı zor bulursunuz…

Özetin özeti: Zoru başardık, devamını da getirelim…